29 Şubat 2016 Pazartesi

Müzeler, hanlar, hamamlar...Gaziantep'te bir gün.

 Yine yerimde duramadım evet. Uzun zamandır ziyaret etmek istediğim noktalardan bir tanesi olan Gaziantep'e yolculuğum için cuma günü mesai bitimine kaç saat kaldığını hesaplamaya çalışmakla geçti. Mesai bitimi tabiki kendimi yeniden Atatürk Havalimanında buldum. GoPro'mu hazırladım, kendime bir kahve ısmarladım. Yolum öncelikle memleketim Adana'ya. Ailemi görüp çok özlediğim kedimle zaman geçirip ordan yolumu Gaziantep'e çevirmek niyetindeyim.
Türk Hava Yollarının bilmemne sefer sayılı Adana uçağı kalkış için hazır. Saat 21.55 planlanan kalkış saati. Hiç sorunsuz rötarsız havalanıyoruz.
Gece uçuşlarını bu yüzden sevmiyorum işte :(
Biz havadayken Adana'ya çöreklenen sis yüzünden inemiyoruz. Rotamızı Antalya'ya çeviriyoruz. Antalyada Adana'dan gelecek meteorolojik bilgilere göre ya uçuşa devam edilecek ya da Antalya'da konaklanacak. 1 saat sonra iyi haber geliyor. Yeniden Adana için havalanıyoruz. Ancak inişe geçerken bir kez daha görüyoruzki sis berbat durumda. Adana semalarında bizimle aynı kaderi paylaşan diğer 4 uçakla birlikte dolanıyoruz. En sonunda tüm uçaklar çevre illere yönlendiriliyor ve bizim payımıza Hatay düşüyor. 
İniş saatimiz 03.30. 2 saat kadar havalimanında bekliyor ve daha sonra otobüslerle Adana'ya transfer ediliyoruz. Tüm gece uyumadığımız için haliyle uykusuzluk aldı yürüdü. Adana'ya ulaştıktan sonra ailem ve kedimle biraz vakit geçirip ertesi gün tekrar yola çıkacağım için dinlenmeye koyuluyorum. 
Sabah erken saatte kalkıyor ve yeniden yola çıkıyorum. Direksiyon başında ben varım. 2 saatlik yolculuktan sonra Gaziantep'e ulaşıyoruz. 
Yol bizi çarşıya doğru götürüyor. Zira açlıktan midemiz kazınmak üzere. İmam Çağdaş Restoranda tıka basa Antep yemek ve mezeleri ile ziyafet çekmek için sabırsızlanıyoruz. Boyacı Camii'nin önünden geçiyor ve Boyacı caddesi üzerinde yol alıyoruz. Camii enteresan mimarisiyle dikkat çekiyor. Memlüklüler döneminde yapıldığı düşünülen camii'nin bir enteresan özelliği ise minberi imiş. Bir ray vasıtası ile duvara gömülü vaziyetteki minber cuma günleri bu ray üzerinde çekilerek açılıyor, imam hutbe okuduktan sonra itilerek yerine geri yerleştiriliyormuş. Bunun amacı ise yerden kazanmakmış. 
Boyacı Camii
  Arabamızı eskiden bir han olan fakat şuan avlusu otopark olarak kullanılan bir yere parkedip yürümeye başlıyoruz. Zincirli Bedesten'in içinden geçiyoruz. Geçerken tabiki üfleme cam süs eşyaları, bakır kaplar, baharatlar, rengarenk yemenilere bakmadan duramıyoruz. 




   Zincirli Bedesten çıkışında İmam Çağdaş restoran davetkar bir biçimde kapılarını bize açıyor. Altı ezmeli'den, Fıstıklı kebaba, Ali Nazik'ten, Küşleme'ye kadar her türlü Antep lezzetleri. Tabiki mezeyle idare ediyorum:)
Ancak en çok ilgimi çeken ve sofrada keyif veren şey ise bakır kasede kaşıkla servis edilen ayran oldu. Bir bardak ayrandan söz etmiyorum bu arada. Miktar olarak genişçe bir kase dolusu çorba miktarında. 
Sıra tatlıya geldi mi? Hadi bakalım :D Ben seçimimi havuç dilim baklavadan yana kullanıyorum yanına da bir fincan Türk Kahvesi. Değmeyin keyfime ;)
Bu arada İmam Çağdaş restoranın en güzel özelliklerinden biri de klasik Doğu mimarisi tarzındaki avlusu. Gerçekten inanılmaz güzel fotoğraf kareleri verebilecek bir avluya sahip. 




İmam Çağdaş restoran avlusu
   Tıka basa doyduktan sonra yolumuzu Bakırcılar çarşısına çeviriyoruz. Bu esnada Antep sokaklarını deli gibi fotoğraflamaya devam ediyorum.
Bakırcılar çarşısının girişinden itibaren yüzlerce yıllık geleneği devam ettirmek için canını dişine takmış esnaf dükkanlarının kapıları önünde oturuyor. Kimisi çayını yudumlayıp sigara içiyor, kimisi müşterileriyle ilgileniyor. Kimisi ise önündeki bakır plaka üzerine eğilmiş çalışıyor. Bakır işlenirken çıkardığı ses emeğin ve ince işçiliğin gurur verici sesi gibiydi. 
Her yer alabildiğine bakır.Kadınların 'Bakır rengi' diye ölüp bittiği rengin en saf ve parlak hali. Bakırdan kaplar, süs eşyaları, heykeller hatta tokalar bile yapıyorlar. Çarşı hayatımda gördüğüm en parlak mekanlardan biriydi diyebilirim. 


Bakırcılar Çarşısı
 Bakırcılar çarşısını turladıktan sonra arabaya doğru yürüyoruz. Bu arada Antebin eski hanlarının önlerinden geçiyoruz. Bir çoğu restore edilmiş bu hanların bazıları müzeye çevrilmiş. Bu yüzden şehirde çok sayıda müze mevcut. Bunların arasında Atatürk Anı Müzesi, Oyun ve Oyuncaklar Müzesi, Bakır Eserler Müzesi, Medusa Cam Müzesi gibi pek çok müze ver. Liste uzadıkça uzuyor tabi. Biz vakit darlığı sebebiyle ziyaret edemedik ama sırf bunlar için ayrı bir seyahatim olacak Antep'e. Eğer vaktiniz varsa siz benim yerime de gezin :)
  Yönümüzü Zeugma Mozaik müzesine çeviriyor ve yol üzerinde Gaziantep kalesine de uğruyoruz. 

Şehrin merkezinde kurulmuş olan kalenin hangi dönemde yapıldığı tam olarak bilinmiyormuş. Pek çok kez restore edilmiş olan kale şuanda tüm heybetiyle ziyaretçilerini ağırlıyor. 
Zeugma Mozaik Müzesi
 Müzenin girişinden itibaren başka bir dünya karşılıyor insanı. Zeugma, Nizip ilçesine bağlı Belkıs köyünde, Fırat Nehrinin kıyısında yer alıyormuş. Yapılan kazılar sonucu çıkarılan mozaikler ve heykeller bu müzede ziyaretçilerini ağırlıyor. Müzekartınız varsa hiçbir ücret ödemeden gezebiliyorsunuz. Yoksa giriş ücreti 10 TL.






Zeugma Mozaik Müzesi
Tabiki Zeugma'nın sembolü haline gelmiş 'Çingene Kızı'nı görmeden müzeden ayrılmıyoruz. Çingene Kızı için müze içerisinde tamamen karaltılmış özel bir bölüm yapılmış.
Çingene Kızı
Zeugma müzesindeki gezimizi tamamladıktan sonra artık bize ayrılan sürenin sonuna geliyoruz. Aracımıza atlayıp Adana'ya dönüyor ve geceyi ailemle geçiriyorum. Pazartesi sabahı ise uçakla İstanbula dönüyor ve ofisteki masamın başına geçiyorum.

Gaziantep benim fikrimce mutlaka görülmeye değer. Biraz daha geniş zaman ayırıp tüm müze ve hanlarını gezmek için bir gezi daha yapmayı çok istiyorum. Bu seneki gezi planlarınız arasına mutlaka ekleyin. 

Bir sonraki gezide görüşmek üzere. Daha fazlası için Instagram hesabım 'yogikedi'den takip edebilirsiniz. Tekrar görüşmek üzere ;)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder